27 Eylül 2011 Salı

Yunan Adaları... Forever...

Kaç ay olmuş ara vermişim.. Bu arada tatil yaptım tabii yapmaz olur muyum? Ama ihmal ettim işte.. Madem öyle Yunan Adaları ile başlayayım dedim..
Bu sene yaz tatilimizin ikinci bölümü için yine yeni yeniden Yunan Adaları dedik. Bu seferki istikamet Rodos ve Simi'ydi.
Önce Rodos...
Agean Airlines ile İstanbul'dan Atina'ya uçtuk.. Atina Havaalanı sevdiğim bir havaalanı benim. Küçük sevimli düzenli rahat.. Yunan insanının rahatlığı ve vurdumduymazlığı buraya da yansıyor. Öyle katı kurallar yok, her girdiğin yerden geri çıkabiliyorsun :) Bence Yunanistan'ın her yerinde aynı rahatlık var. Otomatik olarak tatil moduna giriyorsun..
Havaalanında 3 saat beklemeden sonra Rodos'a devam ettik.. Bu arada havaalanı restaurantında Greek Salat ve Uzo ile başladık tabii.. Greek Salat ve çoban salatası arasında 2 ülke arasında bence çekişmeyi Greek Salat kazanıyor.. Büyük büyük doğranmış salata, sert domates ve biberler, üzerinde büyük parça peynir ile her zaman favorim.
Rodos Havaalanı inanılmaz karışık. Tıklım tıklım insanlar. Dağınık bir düzen. Kalabalığı atlatıp kiralık arabamızı alıp çıkıyoruz yola. Avrupa'nın her yerinde olduğu gibi araba kiraları çok ucuz.
Otelimiz adanın güneyinde. Rodos'a gideceğimiz söylediğimiz de herkes çok kötü ada diyor. Tatil sonunda anlıyoruz ki adanın için fena.. Güneyi ise harika..Lindos Blu da kalıyoruz. Bir adult otel. 18 yaş altı almıyorlar... Otel tepede.. İnanılmaz bir deniz manzarası.
Yine ufak bir ipucu. Biz otellerimizi http://www.slh.com/ dan seçiyoruz. Small Luxury Hotel... Sadece butik oteller var. Şimdiye kadar kaldığım tüm oteller harikaydı.
Otelde karşılama harika. Odalar konum mimari servis kahvaltı gerçekten 10 üzerinden 10. Hergün farklı bir koy güzel deniz ve uzun öğle yemekleri yiyoruz.
Rodos adasından kalan en güzel şey.. Ambrosia Restaurant. İnanılmaz güzel yemekler, çok çatlak ve içten restaurant sahibi Yorgo.. 2 gece aynı yerde yedik, hayran kaldık, ailecek İstanbul'a davet ettik :)

Simi.....
İlk görüşte aşk.. Kesinlikle ilk görüşte ve sonsuz. Rodostan feribotl ile 45 dakikada cennete geldik. Resim gibi bir ada. küçücük, sıcacık, büyülü. Küçücük bir pansiyonda kalıyoruz. O hep rahat olan Yunan haşkı burada Nirvana'ya ulaşmış :) Araba kiralıyorsunuz kağıt vs hiç birşey yok. Otelde kalıyorsunuz check-out yaparken bize haber vermenize gerek yok kapıyı çekip çıkın diyorlar :)
Adanın dört bir yanında sayısız koy var. Sadece 4 tanesine araba ile gidebiliyorsunuz. Tüm koylara tekneler taksi gibi çalışıyor. Biz arabalı gidilen 4 koyu da gezdik. Keçilerle denize girdik :)
Akşam meşhur Manos'a gittik. Yine çılgın bir Yunanlı.. İşine aşık, Türklere hayran.. Süper yemek yiyorsunuz ama ne yiyeceğinize o karar veriyor. :) Yeni Rakı gibi her türlü Türk rakısı mevcut. Siz yemek yerken o mutfakta. Elleri ile yapıyor masalara gelip o sipariş alıyor. Aklınıza küçük bir yer gelmesin, çok kalabalık bir yer. Harika garsonlar var. Ama ana yemek siparişini mutlaka Manos belirliyor. Bizim otelin resepsiyonundaki adam aynı zamanda orada garson. Bizim garsonumuz Mike. Sevgilisinin peşinden herşeyi bırakıp Simi'ye yerleşen bir aşk adamı :) Geçer döner diyorsanız yanılıyorsunuz 20 sen önce gelmiş, sevgilisi öleli 7 sene olmuş, dönmemiş.. Kendi evi var. Sevgilisi ile sahibi oldukları restaurantın adında bir köpeği var. Ölene kadar burada yaşayacağım diyor..
Yemek biterken Manos çıkıyor ortaya. Koca bir su bardağı ile grappa içiyor. Ortadaki masa kalkıyor ve laptopundan müzk yapmaya başlıyor. Bir anda taverna haline geliyor mekan. Tabaklar kırıp deli gibi dansetmeye başlıyor herkes.. Bir anda Tarkan, Yalın çalımaya başlıyor. Dedim yaa Manos aslında yarı Türk :)
Ertesi sabah erken saatte tadı damağımda ayrılıyorum Simi'den. Sabah erken çok hüzünlü. Restaurantlar kapalı, sokaklar yıkanıyor. Ben seneye buraya kesinlikle daha uzun gelmeye karar vererek ayrılıyorum adadan.. Tabii ki dostlarımla...

Özetle;
Yunan Adalarına bayılıyorum. Çünkü.....
1- Yemeklerde standart aynı. Her yerde belirli bir kalitenin üzerinde. Kazıklama yok, aldığın servisin karşılığı var.
2- Frappe sahildede kafedede oteldede aynı fiyatlarda. 1,5 - 2 Euro arası değişiyor.
3- Sahillerde soyguncular parselciler yok. Paranla rezil olmuyorsun. Tüm adalarda (lüks olan Mykonosta, salaş olan Symi'de de) sezlong 2 Euro şemşiye 3 Euro.
4- Hemen hemen her plajın arkasında adam gibi bir taverna var. Fast food yemek zorunda değilsin öğlen diye.
5-İsteyen yanında sandiviçini meyvesini getiriyor, kimse yasak kardeşim demiyor.
6- Kafayı şişiren müzik yok. Huzurla kitap okuyabiliyorsunuz. İsterseniz akşamüstü partileri yapan beachler var.
7- İnsanları rahat, kimse kimseyi taciz etmiyor.
8- Kahvaltıda zeytin olan heralde tek Avrupa ülkesi :)
9- Beyaz şarabı tek kelime ile harika. Niko Lazaridis...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Küba – Evet ben sanırım Ay’a filan gittim...

Senelerdir  aklımdaydı. Hep gitmek isterdim. Arkadaşım Moris’in deyimi ile Castro ölmeden McDonald, Starbucks gitmeden diye.. Bu sene sonunda başardım. Taa Mart ayından herşeyi planladım.
Seyahat programı için en güzel olan grup oluşturuldu. Sevgili + 2 iyi arkadaş. Buradan Frankfurt’a uçuldu, 1 gece kalındı. Ertesi gün Condor (Lufthansa Charter) direkt uçuş ile ver elini Havana.
Önce uçak notları. Biz Comfort Class’la uçtuk, Business karşılığı oluyor. İnanılamayacak kadar iyi bir servis ve süper bir konforla 10,5 saat su gibi geçti. Ekonomideki arkadaşlarımızda gayet memnundu. Özetle Condor sınıfı geçti.
Akşam saatlerinde Havana’ya indik. 1970’lerden kalma bir havaalanı. Tıklım tıklım. Sigara yasağı filan yok, herkes sigara içiyor. Bavulunuz gelirken almazsanız yere düşüyor çünkü bant tek yön J
Bavullar geldi, 2 güvenlikten geçerek dışarı çıktık!anlamak mümkün değil. Dışarısı çılgın bir kalabalık. Herkes bağırarak konuşuyor. Bize tuhaf geliyorsa Avrupalı ne yapar diye düşünüyor insan. Birkaç kişinin elinde Rom şişesi var, lıkır lıkır içiyorlar. Uzun bir döviz kuyruğu. Uyarı; yanınızda dolar değil Euro götürün, dolardan %10 komisyon alıyorlar. Bizde paramızı CUC’a çevirdik ve dışarı çıktık. Kasım ayı akşamları ılık. Yaz tadında.
Transfer otobüsleri tüm ülkede tek marka. Rekabet yok J Bazıları yeni ama bizim ilk bindiğimiz midibüs nasıl gidebiliyordu hayret ettim. Motoru içerde, aynanın altına oldukça büyük bir Alf sallanıyor, öyle ki şöför önünü göremeyebilir. Sonradan öğrendik ki her arabada bir hayvan sallanması şart J
Şöyle bir Blackberry’me bakıyorum. Ne internet, ne BB Messenger.. 7 gün sadece SMS için kullanabildim, aranmak ve aramak öyle zor ki. Dünya ile ilişki yok.
Sokağa adım attığınız anda size bir sürü misafirperver insan yaklaşıyor J 1-2 CUC karşılığında bavulunuzu taşıtabilirsiniz. Öğrendik ki merhaba diyen adama bile para vermeniz gerek. Herkes o veya bu şekilde para istiyor sizden.
Ortalama 30-40 dk sonra Havana’ya vardık. Kalacağımız otel inanılmaz merkezi bir yerde olan Ambos Mundos Oteliydi. Otel Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor kitabını yazdığı otel olarak ünlenmiş. 511 numaralı oda şu anda müze. Gün boyu gidip gezenler var.
Otele araba ile gidilemediği için yakın bir yerde bavullarımızla indik.  Yine yardımsever  arkadaşlar geldiler ama kendi işimizi kendimiz yaptık :)
Faydalı Notlar; İstanbul'dan Air France ile Paris aktarmalı, Iberia ile Madrid aktarmalı olarak da Havana'ya gidebilirsiniz. Birkaç arkadaşımız Air France ile uçtular, yorumları "fena değildi" oldu..

Otelimiz ve İlk Gece

Hayatın tam ortası. Her daim kalabalık bir lobi. Piyano çalan bir adam. Devamlı çalıyor. Sanki 1950’lerde bir Amerikan filmindeyim.. Barda birkaç adam. Herkes Mohito içiyor.  Resepsiyondaki adama French Bed diyince boş boş bakıyor ama odanız çok güzel diyor J 
Makara ile çalışan, içi gözüken eski asansöre binip 4.kata çıkıyoruz. İnanılmaz yüksek tavanlı, çok güzel eski yer karoları ile inanılmaz bir bina. Oda daha inanılmaz J Hani güzel olan. 3 yatak var, altları somya gibi. Dolap o kadar eski ki uzun süre toz mu var diye anlamaya çalıştım. TV çok eskilerden kalma. Banyoda duşakabin var ama Pimapen ile yapılmış J Odanın genel havasının yanında  anneannemin 80’lerdeki evi yeni kalır. Heyecan ve biraz zorlanarak yerleştikten sonra , tabii ki benim titizliğim nedeni ile, çıkıyoruz dışarı. Kısa bir yürüyüş yapıp Paris Bar’a girip ilk Mohito’muzu içiyoruz. Harika... Sonrasında ise heralde Mohito’yu pek sevmeyen ben 15 ayrı yerde 40 Mohito filan içtim. En iyisi buydu eminim.. Bu arada 4 CUC en pahalı Mohito. Yani 5 USD civarı. 2 CUC’a da var..
Biraz zor oldu ama ilk gece uyuduk. Herşey o kadar eski ki pis mi değil mi insan anlamıyor.
Bu arada bir umut check in sırasında internet sorduk, adam ilerde bilgisayara benzeyen birşeyi gösterdi, bir ara vardı ama dedi J


Ve ilk gece....

Araç yoluna uzak olan otelimizde bir uyandık ki ne gürültü. Havana hep gürültülü. Her daim müzik sesi var. İnsan sesi, müzik sesi hiç bitmiyor. Kahvaltı terasta.. Tüm Havana’yı görüyorsun.  7 gün hiç güzel kahvaltı yapamadım, peynirler kötü, kahve facia..  Öyle yaa tüm filtre kahve markaları Amerikan neredeyse... Sadece birkaç yerde güzel espresso var. Her yerde her daim Cava* var. Kahvaltının en güzel tarafıydı benim için. Kağıt peçete yok. Önemli bir uyarı bu. 4 gün Havana’da hiç kağıt ğeçete bulamadık. Tuvalet kapıdı ise çok değerli.  Restaurantlarda filan tuvalete girerken kapıdaki tuvaletçi teyzeye 1 Cuc verirsen tuvalet kağıdı alabiliryorsun J Kalite aramayın ama J
* İspanyol Şampanyası.
Sokaklar...

İnanılmaz binalar. İnanılmaz evler, sokaklar. Herşey donup kalmış sanki. Zamanda yolculuk etmek gibi birşey. Fastfood yok. Kahve dükkanları yok. Internet cafe, kuru temizlemeci, süpermarket gibi birşey hiç görmedim. Evler inanılmaz küçük ve eski. Herkesin kapısı açık. İçerideki sefaleti görüyorsun. Her yer çamaşır. Herkes sokakta, yüzlerinde güller açıyor herkes mutlu...
Sokaklarda pazar yerleri gibi kçük yerler var. Bir Havana'lının ne kadar yiyecek alacağının tablosu.  Kişi başı 2 havuç, 1 patates gibi.. Su tankerlerinin olduğu alanlar var. Pet şişelere meyve suyu ve içecek dolduruyorlar.
Eski Havana dedikleri yer meydanlardan oluşuyor. Catedral, San Fransisco gibi meydanları var. Tüm gün yaptığınız sokakları gezmek, kafelerde molalar vermek. Sefalet ile birlikte inanılmaz güzel yapılar var. Seyretmeye doyamıyorsunuz. Özellikle fotoğraf çekmeyi sevenler için bir cennet.
Meydanlardan biri Unesco tarafından reneve edilmiş. Kültür Mirası kapsamında. Fidel'den sonra sosyalizm bitince Havanı'nın ne hale geleceğini görebiliyorsunuz, binalar renavasyona inanılmaz müsait.

İnsanlar...

Türklere bayılıyorlar. Atatürk’e devrimci olduğu için hayranlar. Castro’dan bahsederken inanılmaz gururlanıyorlar. Herkesin sesi güzel, herkes dansediyor. Herkes birşey satmaya çalışıyor, herkes para istiyor..
Ben Gördüm...

O parasızlığa rağmen herkes evinde en az 1 köpek bazıları 2 köpek, üstüne bir de kedi besliyor.
Çarşı alanında Havana halkı için alabilecekleri yiyecek limitlerinin tabelası var. Kişi başı 1 havuç, 3 patates gibi.
Bazı alanlarda büyük su tankerleri var. Herkes kuyruğa giriyor, pet şişeye kola, meyve suyu dolduruyor kuyruktan.
2 evden birinde kaçak puro satılıyor. İlk gün tırssanda 2.gün gayet normal evlere girip alıp çıkyorsun.
Her noktada polis var, inanılmaz güvenli...

Başlarken...

Beni tanıyan herkes bilir. Hiç bir konuda ortam yoktur. Ya siyahtır ya beyaz, ya heptir ya hiç. Pek kolay kolay azla yetinmem, hep en iyisi olmalıdır yaptıklarım. En azından kendim için.
Birde çabuk sıkılırım, istediğim gibi gitmezse hemen pes ederim, ne olsa başka birşey bulurum çünkü.
Sabırsızımdır, birşey yapmak istersem tatlı cadı gibi burnumu oynatıp hemen olsun isterim.
Senelerdir en sevdiğim şey roman okumaktır. Bu nedenle de hep yazmakta isterim. Annemle babamı anlatan bir kitap yazığ bir günde Nermin Bezmen, Ayşe Kulin olmak isterim mesela. Hep planım vardır ama sabrım ve vaktim asla.
Sonunda geçen hafta çıktığım Küba tatilinden sonra hadi dedim başla. Herkes tatile çıkarken sorar bana.. Çok gezdiğim için sayısız mail attım tavsiyelerle dolu. E o da zor oluyor. Şimdi herkes Küba’yı soracak.  O zaman başlıyorum artık, en azından gezi notları ile.. Buyrun bakalım, maymun iştahlı Yosun ne kadar dayanacak...